Dün 20 Kasım ‘Dünya Çocuk Hakları Günü’ydü.
Dört gün sonra da “25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü!”
Tıpkı 1 Mayıs, tıpkı 1 Eylül , tıpkı 21 Mart Newroz, 8 Mart ‘Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ gibi, 20 Kasım ve 25 Kasım günleri de kazınmış hafızama.
Yine devlet yetkililerinin, Çocuk Hakları Günü nedeniyle klişeleşmiş ve gerçeklerden uzak, inandırıcı gelmeyen açıklamalarını artık dinlemek istemiyorum. Bu yüzden televizyonumu açmıyorum.
Muhalif, ciddi haber sitelerine dalıyorum.
Yine can sıkıcı haberler arka arkaya:
Diyarbakır merkezli 100’ e yakın, demokratik muhalefet yapanlara gözaltı!
Yargı -Sen Diyarbakır eski şube başkanı, sendikal mücadeleden arkadaşım Edip Binbir’ in toplamda 8 yıl 16 ay 15 gün hapis cezasıyla tezciyesine, dair haber…
Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanının tehdit edilmesi ve buna verilen tepkiler…
Gözaltına alınan Bimeks işçileri…
Tüm itirazlara rağmen, hukuki haklılığa rağmen, maden ocakları, siyanürle altın arama ve HES’ lerdeki iktidarın ısrarı…
Adalet “reformu” muhabetti…
Gerçek rakamın çok altından açıklandığını tahmin ettiğim Covid-19 vakalarındaki hasta ve ölenlerin sayındaki artış…
Artan İnsan Hakları ihlalleri…
Kasvetli bir hava doluyor odama, kendimi dışarıya atıyorum.
O caddeden bu caddeye, o sokaktan bu sokağa, yağmura ve arada bir hiddetlenen rüzgâra aldırış etmeden, canım sıkkın bir şekilde, arada bir önüme çıkan küçücük parklarda tek başıma yürüyorum.
Havadaki griliğin yoğunluğu, aralıklarla çisil çisil yağan yağmur, ara sıra sakinleşen, ara sıra hiddetlenen rüzgârın vızıltısı ve yaprakların hışırtısı…
Artık, kış aylarına yavaş yavaş gireceğimiz ayların habercisi ve müjdecisi gibi…
Sonbaharın son günlerini yaşıyoruz.
Sararmış son yapraklar da çaresizce, birer birer, nazlı nazlı bırakıyor kendini toprağa.
Birden aklıma gençliğimizde dinlediğim Aydın Tansel’ in “Çisil çisil yağmur yağıyor,
Sanki benim içim ağlıyor/Her ayrılık bana bir acı hatıra/Bir yeni şarkı veriyor/Her söyleyişse bana bu acıyı…” şarkısı geliyor, mırıldanıyorum kendi kendime.
Yürürken tek başıma, canım sıkkın…
Yürürken, gözlerimi yere dikiyorum…
Beşer metre arayla, cadde cadde, sokak sokak, park bahçede önüme çıkan, kullanıldıktan sonra buralara atılmış, sararmış sonbahar yaprakları arasına karışmış maskeleri saymaya başlıyorum.
Kızgınlığım, öfkem bir kat daha da artıyor.
Sonra öfkem, kızgınlığım yerini hüzne bırakıyor.
“Bundan sonra yaşantımız bir yarısı Pandora’nın Kutusu, diğer bir yarısı Pandemi’nin Kutusu…”
Ve dilimde Nazan Öncel şarkısı: Söyleyin yarime baharları beklesin/Söğüdün dalları bugün eğilmesin/Beni geçirmeye kardeşim gelmesin/Annesinin bir tanesini kimseler üzmesin/Gidelim buralardan Dayanamiyorum/Gidelim buralardan unutamıyorum/Yükleyin ne varsa gönlüme demlensin/Ayrılığın üstüne hasretim eklensin/ Beni geçirmeye yalnızlığım gelsin/Ya dönülür ya dönülmez/Kimse üzülmesin”