RADİKAL DEMOKRASİ NE ALEMDE?

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hikâye bilindik bir hikayedir aslında. Düşünce veya zihinde üretilen projeden hareketle somut ve maddi olanı açıklamak ya da somut bir gelişimin/değişimin nedenini düşünceye dayandırmak kadim bir alışkanlıktır. 1990’larda da aynen böyle oldu. Bir yanda küresel düzeyde yeniden yapılaşan kapitalizmin diğer yanda çöken reel sosyalizmin müsebbibi olarak Marksizm, kuramsal günah keçisi ilan edilmişti. Hem de eski Marksistler tarafından. Radikal demokrasi modelinin macerası da biraz böyle başladı. Marksizmin kuramsal eleştirisinden yola çıkanlar, liberal demokrasiyi solculaştırmaya meylettiler ve radikal demokrasiyi icat ettiler. En azından ilk çıkış yeri batıda böyle oldu.

Şimdilerde hikâye bir başka mecraya doğru akmaya başlamış görünüyor. Bizler bu memlekette yaşananları nev-i şahsına münhasır bir vakıa olarak ele alıp “tek adam rejimi” laflarıyla oyalanaduralım, yakınımızda bir yerlerde, Trump-Putin-Modi (Hindistan)-Erdoğan ve daha benzer (Macaristan’da Orban, Polonya’da Duda örneğin) otoriter liderlerde simgeleşen “otoriter popülizm” tartışmaları hararetle yürütülüyor. İlginç olan, bu tartışmaların üzerinde yükseldiği “liberal demokrasinin krizi” iddiası, radikal demokrasi projesinin de temel çıkış noktasıydı. Geldiğimiz noktada, siyasal krize yanıt, yükselen otoriter popülizm ve eş zamanlı olarak tamamlanmamış bir proje ve düşünce olarak radikal demokrasinin ölüm ilanı oldu. En azından şimdilik batı cenahında olmak üzere, bu siyasi proje üzerinden yürütülen tartışmalar nihayete ermiş görünüyor. Yakınlarda muhtemelen bizim memlekete de ucu dokunacak başka bir tartışma var şu aralar: İktisadi kriz ile beraber batıda otoriter popülizm olarak algılanan siyasi krize karşı 1960’ların refah devleti nostaljisini yeniden ısıtıp piyasaya sunmak…

Marksizme yönelttikleri ekonomik determinizm eleştirisinden hareketle radikal demokrasiciler, burjuva ilişkiler alanı değil de, tamamen kültürel olarak tanımlanmış bir ekonomi dışı sivil toplum ve “kamusal alan”a sarılmışlardı. Toplumsal sınıflar/sınıf mücadelesinin es geçildiği bu alanda, iddia oydu ki, bütün toplumsal/kültürel aidiyetler/kimlikler eşit koşullarda çatışmayacak, yarışacaklardı. Hiç bitmeyecek ve asla nihayete ermeyecek bu yarışma, esasen kimliklerin kendilerini ifade ettikleri söylem biçimleri üzerinden yürüyecekti. Bu yüzden radikal demokrasi/müzakereci demokrasi/diyalojik demokrasi, birbirinin muadili projeler olmasalar da aynı ontolojiden hareket ederler. Radikal demokratların birincil ve belki de en önemsiz yanlışları, bütün kimlik oluşumlarının söylemsel mücadele çerçevesinde birbirleri üzerinde siyasi tahakküm kurmaya yeltenmeyeceklerine dair soyut bir ahlak anlayışına yaslanmalarıydı. Bugün ‘tek bayrak, tek, millet, tek devlet’ şiarı altında yükselen faşist milliyetçilik bu ahlakçılığı yerle bir etti. Kürt halkına ve onun özgürlük mücadelesine 2015’den bu yana devlet cenahından verilen şiddetli yanıt, ‘eşitlikçi sivil toplum’ yanılsamasına yaslanan radikal demokratlığın büyük açmazının pratikte doğrulanmasıydı. İkincisi, sivil toplumun, eşit şartlarda yarışan kültürel kimliklere, insan hakları savunucularına, toplumsal cinsiyet üzerinden mücadele yürütenlere, hayvan hakları ve ekolojik mücadele veren yapılanmalara kendilerini ifade edebilecekleri alanlar sağlayacağı iddiasıydı. Şimdilerde farklılıklar arası iletişimin devlet zoruyla kesilmesinin sonucu olarak kamusal alanın çözülüşü, sivil toplumun ve içinde siyaseten hareket eden her türden kuruluş/kurum ve inisiyatifin, polisiye önlemler ve kanun (hukuk değil) yoluyla hizaya getirme yöntemiyle neredeyse yok edildiği bir dönemdeyiz. Kısacası artık ne radikal demokrasinin içinde tesis edileceği bir sivil toplum ne de kamusal alan var.  Fakat asıl ölümcülü, devleti bu demokrasi projesinin hiçbir yerine yerleştirmemiş olmalarıydı. Bir başka deyişle, egemen sınıf((lar)ın tahakküm aracı ve çoğunlukla kolektif sermaye biçimine bürünen devlet, bir mücadele alanı olarak radikal demokrasi modelinin yok saydığı, kayıtsız kaldığı bir varoluş biçimiydi. Ve gelinen noktada, radikal demokratların demokratik popülizm tasarımlarının yerini otoriter popülizmin, sivil toplum eksenli mücadele yoluyla devletin sönümlenmesi hedefinin sivil toplumun sönümlenmesi ile ikame edildiği totaliter devletle desteklenmiş toplumsal faşizmle karşı karşıyayız.

Bir düşünce ya da siyasal modelin öne sürdüğü argümanlar sizin hoşunuza gitmeyebilir ya da benimsediğiniz dünya görüşü ile çelişiyor olabilir. Bu son derece öznel bir durumdur. Ancak bu mücadele biçiminin üzerinde temellendiği nesnel koşullar yerle bir olmuşsa ve siz bunu sorguluyorsanız ya da sorgulamıyorsanız durum son derece farklıdır. Daha açıkçası şunu söylemeye çalışıyorum: Radikal demokrasi modelinin hedeflediği mücadele biçiminin mekânsal/ilişkisel temeli durumundaki sivil toplum ve kamusal alanlar yerle yeksan olmuşsa, siyasal müzakere ve diyalog alanları devlet denilen organ tarafından tarumar edilmiş ve hatta işgal altındaysa, bu mücadelenin kurumsal ve bireysel öznelerini sinik bir biçimde eleştirip dizlerimizi dövmekten, kafamızı taşlara vurmaktan ve her tartışma ortamında birbirimizi suçlamak ya da bir yerlerde bir suçlu aramaktan gayrı bir şey yapmama durumuna düşeriz. Bunun bir diğer adı söylenme delisi olmaktır.  Yazıyı burada noktalayıp sön sözü erbabına bırakmakta yarar var: “… çünkü kapitalizm öldürür; insanı öldürür, ruhları öldürür; kültürlerimizi, doğamızı, inançlarımızı, umutlarımızı öldürür; kapitalizm şiirimizi, türkülerimizi, halaylarımızı, horonlarımızı, zeybeklerimizi öldürür; zeytinliklerimizi, derelerimizi, yaylalarımızı, tarihi kültürel mirasımızı öldürür kapitalizm; sevdalarımızı, aşklarımızı, dostluklarımızı, akrabalıklarımızı, geleneklerimizi öldürür; paranın en büyük, tek büyük güç olduğu kapitalist sistem dayatmalarına boyun eğmeyeceğiz” diyordu 23 Haziran tarihli cezaevinden yaptığı seçim konuşmasında Selahattin Demirtaş. Ne de güzel demiş… Bu alıntıda geçen her kapitalizm sözcüğünü sermaye olarak değiştirin, kulağa ve akla ne kadar hoş gelecek. Bir deneyin derim, ne kaybedersiniz ki…

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir