SAĞDUYU TOPLUMU

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Pandemi ile birlikte içine kapatıldığımız toplumsal izolasyon koşullarında yazılıp çizilenlerin, konuşulanların, paylaşılan metinlerin içerik analizini yapacak olursak, çokça telaffuz edilen kavramların, betimlemelerin, tanımlamaların kullanılma sıklığında, yani frekans analizinde, ‘kriz’, ‘salgın’, ‘otoriterleşme’, ‘işçi sınıfı’  sözcükleri ve gelecekte bizi nasıl bir dünya/toplumun beklediğine dair analizler öne çıkıyor. Birazcık mürekkep yalamış sol/sağ entelijansiyanın en çok telaffuz ettiği isimler, Agamben, Zizek, Homo Sapiens kitabının yazarı Yuval Novah Harari ve fiolozof, kültür teorisyeni Byung Chul Han.

Kriz meselesi aslında 2008 büyük krizinden bu yana iktisatçıların, memleket meselelerine kafa yoranların ajandasındaydı zaten. Uluslar arası para fonu, çok değil, salgın dünya gündemine oturmazdan birkaç ay önce, 1929 buhranından daha büyük bir krizin kapıda olduğunu raporlamıştı. Virüslerin yol açtığı salgınlar-pandemiler de yeni değil; çok uzağa gitmeden son otuz yılda yaşanan kuş gribi, domuz gribi, sars virüsü, ebola virüsü ve nihayet hiv virüsü pandemileri ile karşılaştık; ve işin ilginci bu salgınlar hala devam ediyor. Corona virüsü salgınıyla birlikte dijitalleşmeyle soslanmış otoriterleşme tartışmaları da bizler için yeni değildi. Birkaç yıldır, dünyanın giderek otoriter rejimlerle yönetiliyor olmasının bir tür dönemin ruhu gibi görüldüğü analizler yapılıyor idi. Bizim memlekette otoriterleşme üzerine edilen kelamın ise malumunuz olduğu üzere haddi hesabı yoktu salgına kadar. Sınıf meselesi de özellikle 2008 krizi sonrası bizim ‘sakallı amca’nın ne kadar haklı olduğu edebiyatı üzerinden bir müddet gündemdeki sıcaklığını koruduktan sonra seyrelip gitti.

Gelecekte bizleri ne tür bir dünyanın ve toplumsal örgütlenişin beklediğine ilişkin kehanet sosyolojileri de eskiden beri cezbedici olmuştur. Sanayi sonrası toplum, bilişim toplumu, disiplin toplumu, tüketim toplumu, gösteri toplumu gibi sayısı çoğaltılabilecek bu türden gelecek tasarımları bir dönem çok popülerdi. Fast food gıdalar gibi, tüketim sırasında anlık akıl almaz haz uyandıran, sonrasında hiçbir tokluk hissi yaratmayan bu fantastik sosyoloji modellerinin neredeyse tamamı kısa sürede ıskartaya kaldırıldı. Fakat küçük burjuva entelijansiyanın fanteziler dünyasını süsleyecek bu türden kehanetlere her daim ihtiyaç vardır. Nitekim şimdilerde en yaygın olanı, filozof Byung Chul Han’ın  ‘sağ kalma toplumu’ fantezisi; entelektüel piyasada tedavülde ve acayip alıcısı var.

Bütün bu kavram, deyim, terim karmaşası ve bunlar üzerinden yürütülen zihinsel temaşanın kadim bir geçmişi varsa yeni olan nedir?  Bu yeniliği, yaşamı, insanı ve toplumu yeniden yorumlama biçiminde gündeme getiren gizemli kahraman kim? İkinci sorudan başlayalım: İşçiler, işçi olmaktan kaynaklı işçi olduklarının doğal olarak farkındaydılar. Burjuva sınıfı, uzlaşmaz karşıtı olarak sömürdüğü işçi sınıfının salgından önce de farkındaydı. Bir toplumsal sınıf var ki, fırsat buldukça işçi sınıfı yokmuş gibi davranır. Küçük burjuvalardır bunlar. Öyle küçük sıfatıyla nitelendirildiklerine bakmayın; zira hacim olarak öylesine büyüktürler ki, coğrafi, fiziksel ve zihinsel olarak haritalandırmak çok zordur. Sakallı amca onlar için arafta sınıf demiştir. Küçük olmaktan çıkıp gerçek burjuva olmak yaşamdaki en büyük arzularıdır; sahip olduklarını kaybedip proleterleşmek de en büyük korkuları. Bu arzu-korku diyalektiği onları tarihteki en korkunç muhafazakar, düzenin devamından yana güruhu yapar. Virüs salgını bu muazzam kitlenin korkularını arzularının önüne çıkardı, korku onları (bizleri) salgın sürecinde çok konuşan, kriz-salgın-emek-gelecek üzerine kafa şişirecek derecede çenesi düşük mahlukata dönüştürdü. Şimdilerde gündemi, okuru-yazarı, mekteplisi-alaylısı, cahili-cühelası ile bu devasa küçük burjuva kütle belirliyor.

Gelelim birinci soruya, peki yeni olan nedir? Eski şarabın yeni kaplarda sunulması. Salgın, eski şarabın kekremsiliğini giderip içilecek kıvama getiren maya, sağduyu, biçimi her zaman içerikten üstün tutan küçük burjuva hedonizminin yeni kutsal kasesidir. Kriz-insan-doğası-işçiler üzerinden dönen muhabbet, yani bu kadim tartışma, virüsü önce özneleştirerek ardından nesneleştirerek herkesin üzerinde ortaklaşacağı bir anlatıya dönüştürdü. Yani, virüs, bütün bu konular üzerinde ortak bir kanaatin oluşacağı camera obscura etkisine sahip. Bir başka deyişle,  sağduyu ya da ortak akıl veya kamuoyu küçük burjuvazinin korku ve arzularının tüm topluma havale edildiği ilahi mabettir. Kamuoyu, gözlerinin içine bakıldığında insanı taşa çeviren yılanbaşlı eril Medusa’dır. Ortak duygu, Platon’un bilgi kuramında mağara neyse, küçük burjuvazi için odur. Virüs salgını üzerinden ifşa olan her türden çıplak gerçekliğin, hakikatin normalleştirilmesi, doğallaştırılması, tersyüz edilip çarpıtılması gerekir ki bir bütün olarak burjuva toplumu huzur bulabilsin.

Sağduyu küçük burjuvazinin felsefe taşıdır; sağduyu kapsayıcı, totaliterdir; sağduyu kendisine meydan okuyacak her türden dünya-yaşam algısı üzerine düşünceye karşı evrenselleştiricidir; sağduyu dışlayıcıdır, eleştiriye tahammülsüzdür; sağduyu genel kabullerden yanadır ve bu kabulleri doğallaştırır; sağduyu her daim verili tahakküm ilişkilerinin sürdürülmesinden yanadır; sağduyu faşisttir. Faşizm, devletin ulvi katlarında bir siyasal rejime dönüşmeden çok önce burjuva sivil toplumunun, kamusal alanının sağduyu bataklığında serpilir. Faşizm maddi yaşamın, gündelik sınıfsal ilişkilerin dehlizlerinde filizlenir önce; sonra sağduyuya dönüşerek gereksinim duyduğu ruha sahip olur. Faşist rejim, bu ruhun yeniden ve daha ulvi bir bedende vücut bulduğu nihai aşamadır.

Corona virüsü pandemisi meselesi üzerinden, merkezinde ekonomik kriz-virüs ilişkisinin yer aldığı; etrafında insanın doğasından tutun da ne olacak bu beşeri medeniyetin haline kadar her türden baş yarar cinsten sorunun tartışıldığı bir sağduyu oluşturulma sürecine girmiş bulunmaktayız. Virüs salgını ile birlikte gelecek üzerine tefekküre dalan kahin filozofların speklasyonlarına tamah edildiği bu zamanlarda, bu piyasada yer etmek için değil ama müslüman mahallesinde salyangoz satmak gibi beyhude bir gayeyle ben de naçizane “sağduyu toplumu” evresinin içinden geçmekte olduğumuzu beyan etmiş olayım. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak denirken bile şimdilerde, henüz yaşanmamış olan geleceğin sağduyunun tahakkümü altında çoktan ‘muhafaza’ altına alındığı bir uğraktır ‘sağduyu toplumu’.

 

 

 

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir