Savaş sözcüğü ürkütücüdür. Çünkü mirası çok ağırdır.
Ölümdür, sakatlıktır, göçtür, talandır. Yoksulluk ve zulümdür. Aklı selim bir ülkenin yöneticileri ülkeyi savaşa sokmak için gururlanmaz.
Nara atmaz.
Hele 21 yüzyılda bilim aydınlanma ve teknoloji çağında.
Bütün yeryüzünde canlıların barış içinde, demokratik ekolojik cins özgürlükçü bir bilinçle yaşam sorumluluğu temel sorun olarak öne çıkıyorsa…
Savaş niye olsun?
Ama dünyada nedense savaşın koşullarını hep egemenler yaratıyor.
Emekçileri, ezilen halkları sömüren, işsizlik, yoksulluk ve sömürüyü yaratanlar yine egemenler.
Şiddeti ve savaşı başlatma koşulları olduğu gibi şiddet, saldırı ve savaşı başlatan yine egemenlerdir.
Genel itibarı ile hal böyle iken, yaşadığımız ülke Türkiye’ye baktığımızda ciddi sorunlarla yüz yüze iken, bu sorunların çözümsüzlüğünde diretme ülkede hayatın ekonomik ve sosyal olarak felç olmasına neden olmuştur.
Bu durum karşısında devleti yönetenlere büyük sorumluluk düşüyor.
Ortak doğru bir akılla çözüm yollarını aralamaları şarttır.
Kriz ve kaostan, kriz yaratarak çözüm aramak çılgınlıktır.
Hiç akıl karı değildir.
2. Dünya savaşında Türkiye’yi ısrarla savaşa sokmaya çalışan Almanya’yı Türkiye dinlememişti.
Aksine oradan göç eden akıl gücünden yararlanmıştır.
Üniversite öğretim üyelerini Türkiye’ye getirmiş üniversitelerde görev verilmiştir.
Çünkü 1. Dünya savaşı sürecinde o dönem ‘Osmanlıyı hasta adama benzetip işgal ve istila saldırılarına karşı ‘direnen Anadolu halkları bugünkü Türkiye devletini kurmuş savaşın yarattığı tahribatları onararak…
Önemli ekonomik, siyasi, kültürel hamleler yapmıştır.
Savaştan çıkmışken ikinci kez savaşa girmek hiç faydalı olmayacağı ve ülkenin kaldırmayacağı bilincindedir.
Türkiye orta doğuda coğrafi, askeri, gücüyle güçlü stratejik bir konuma sahip ülkedir.
Orta doğuda örnek alınacak bir model olabilir.
Ama Türkiye’de demokratik siyasal çözüme kavuşturulmayan Kürt meselesine güvenlikçi yaklaşım, ülke kaynaklarının heba olmasına yol açmıştır.
Bunun sonucu 80 milyonun 10 milyonu işsiz, ülke barut fıçısı gibi yoksulluk ve pahalılık hayatı cehenneme çevirmiştir.
Soğanın kilosu doları geçmiş, bir zirve söz konusudur.
Türkiye’yi yönetenler ülkenin ekonomik sosyal huzuru için savaşı değil, barışı önemsemeli.
Ülkenin iç ve dış siyasi tutumu ülkede bu ekonomik ve sosyal toplumsal krizin temel sebebidir.
Ülkeyi yönetenler ülkeyi bir şahsi çiftlikleri gibi yönetiyorlar.
Kasaba politikacıları bile onlardan daha başarılıdır.
Maliye bakanı Berat Albayrak toplumun aklıyla adeta alay
ediyor.
İçişleri bakanı Süleyman Soylu ülke vatandaşını, siyasetçilerini tehdit ediyor.
Barış isteyen öğretim üyeleri KHK ile mesleklerinden ihraç edilirken, barışı dinlendiren TTB ‘yi, Türkiye’nin tek hekim örgütü mensuplarını terörist olmakla itham ettiler.
Türkiye’de 30 milyon Kürt vatandaşı yaşamaktadır.
1071 yılında Selçuklular, Anadolu’ya gelmeden Kürtler tabir edilen Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşıyordu.
İran, Irak, Suriye ülkelerinde de Kürtler yoğun şekilde vardır.
Türkler nasıl Yunanistan, Bulgaristan, Yogoslavya ve Kafkasya’da Türkiye Cumhuriyetlerindeki soydaşlarına kötülük istemiyorsa ve iyi hisler duygular taşıyorsa, Kürtlerde İran, Irak, Suriye Kürtlerine kötülük yapılmasını istemiyor. Türkmen, Arap, Fars halkları hangi haklara sahipse Kürtlerin de bu haklara sahip olması gerekir.
Arap baharı adıyla emperyalist senaryonun başlatıldığı Tunus, Libya, Mısır, Suriye iç savaşları tamamen BOP projesi dahilindedir.
Yalnız evdeki hesap çarşıya uymayan durumlar söz konusudur.
Suriye direnişi hesapları zorlaşmıştır.
Yine cihatçı örgütler Kürt direniş duvarına çarpmıştır.
Türkiye’nin Irak’ın Saddam’ın Sudiye girmesine dönmemesi hususunda dikkat etmeli… Başka bir ülkenin sınırlarına girip savaşmak kolay göz yumulacak bir olay değildir. Türkiye’ye düşen iç güvenliği ve ekonomik sorunları çözmektir. Bu da ancak barış ortamında tesis olabilir.
AKP hükümeti ülkenin savaşta çıkarı yoktur.
Tek savaş çığırtkanlığı belediye seçimlerinde İstanbul, Ankara, Adana, İzmir, Antalya seçimlerindeki kaybetmesinin çığlığıdır.