Sevgi besmele gibidir; söze sevgiyle başlamak gerek. Sevginin birçok tanımını yapmak mümkündür. Ne olduğu ve ne olmadığı üzerinde, hatta sevginin tam karşıtı olan duygu üzerinde farklı görüşler olabilir elbette. Ama önemi ve gerekliliği üzerinde görmezden gelinemeyecek bir uzlaşma olduğu aşikardır. Herkes sevgiyi kendisinde yarattığı duyguyla ortaya koyar. Yine de Fromm’un dediği gibi “Sevgi, sevdiğimiz şeyin yaşaması ve gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgidir. Bu etkin ilginin bulunmadığı yerde sevgi de yoktur.” Sevginin sonuç olarak enerji kaynağı olması ve hammaddesinin de etkin ilgi olması çoğumuz tarafından kabul edilecektir.
Bu yazıda ne sevginin türleri üzerine ne de biyolojik, sosyolojik ve psikolojik temelleri üzerine kuramsal bir açıklama ya da araştırma ortaya koyma iddiası yoktur. Nitekim her başlık başlı başına bir tez konusudur. Çok saf bir duyumla ve temel bir duyguyla, somut birtakım gözlem ve yaşantıların önemsenmeyen ama yaşamı avuçları içerisine alan bir takım sonuçlarının altını çizerek yapılacak bazı saptamalara değinmek yeterlidir.
Yaşadıklarım ya da yaşayamadıklarımdan anladığım kadarıyla, bugün bireysel ya da toplumsal bazda yaşanan sorunların en önemli sebebi sevginin ihmal edilmesi ve ertelenmesidir. Özellikle günümüzde, çok uzaklara değil her birimiz kendi içimize yöneldiğimizde, geçmişte ya da bugün bu ihmal ve ertelemenin yarattığı yıkım ve yaraların izlerini görebiliriz. Üstelik de sevginin karşıtı olduğu düşünülen düşmanlığın ya da nefretin değil, daha çok kayıtsızlığın, görmezden gelinmenin derin travmalarını yaşamaktayız. Bundan sonra insanlık belki de yaşam boyunca bu travmayı onarmaya çalışmakta, bunu yaparken sürekli bocalamakta, bir şeylere sahip olarak ve sürekli tüketerek sevgiye olan açlığını doyurmak adına sürekli ve döngüsel bir çaba sarf etmektedir. Ancak bu durum dipsiz bir kuyu gibidir. Sonuçta yaşadığı hayal kırıklığı içerisinde insanlık, kendini ve çevresini talan eden amaçsız sağa sola savrulan yığınlara dönüşmektedir. Bu yönüyle saldırganlık karşılanamayan sevgi gereksiniminin bir ödünlemesi olabilmektedir. Sevgiyi doyuramayınca yaşadığımız mutsuzluk kıskançlığa bürünmektedir. Varoluşsal bir sıkılganlık da bizi kendimizden uzaklaştırarak daha çok başkalarının ne yaptığıyla ilgilenmeye yöneltmektedir. Böylece kendilerini diğer insanlar karşısında değersiz gören insanların, bağımlı bir varoluş içerisinde, başkalarına saplantılı bağlanarak, kendi bireyleşme olanaklarını zamanla yitirmek gibi bir cehennemi gittikçe kendisini yutacak şekilde genişletmektedir.
Oysaki sevgi, gereksinimi karşılayan insanların ne kadar zor şartlar olursa olsun olumsuzluklara karşı ortaya koydukları direnç ve mücadele gücü yüzlerce örnekle somut olarak ortaya konabilir. Nazilerin Auschwitz toplama kampında tüm ailesini yitiren ve oradan sağ kurtulan Victor E. Frankl’ın orada yaşadığı süreçte aklına takılan şu düşünceleri dikkat çekicidir: “ Yaşamımda ilk kez onca şair tarafından dile getirilen, onca düşünür tarafından nihai bilgelik olarak ortaya konan gerçeği gördüm. Gerçek: insanın özleyebileceği nihai ve en yüksek hedef, sevgidir… Dünyada hiçbir şeyi kalmayan bir insanın, kısa bir an için de olsa, sevdiği insan ilişkin düşüncelerle ne kadar mutlu olabileceğini anladım.”
Genelde bir koşula bağlı baba sevgisi (yaparsan severim) ile bir koşula bağlı olmayan (koşulsuz sevgi) anne sevgisinin türevleri olarak yaşadığımız ve hissettiğimiz diğer tüm sevgi türevlerinin hayatımızda kendine özgü derin etkileri vardır. Özellikle Fromm koşulsuz sevginin, sadece çocukların değil, her insanın derinden duyduğu bir özlem olduğunu; buna karşın insanın hak ettiği için sevilmesinin hep kuşku uyandırdığını, belki beni sevmesini istediğim kişinin hoşuna gitmedim ya da ona karşı şu ya da bu yanlışı yaptım algısıyla kişinin hep sevginin yitirilmesinden korktuğunu vurgulamıştır.
Sevilme gereksinimi insan olgunlaştıkça ikinci plana düşer ve sevme gereksinimi duygu, düşünce ve yaratıcılığımızı belirleyen temel etmene dönüşür. Sevgi başlı başına yaşam istencinin temel nedeni olabilir ve böyle olduğunda ise Nietzsche’nin dediği gibi “Yaşamak için bir “neden”i olan, her türlü “nasıl”a dayanabilir. “ Tersinden baktığımızda sevgiden beslenen yaşam iradesi ve istenci kaybedildiğinde onu geri kazanmak çok zor olmaktadır. İlgi bir işe ayırdığımız zamanı garanti eder, etkin ilgi eylemselliği vurgular. Böylece sevgi emeğe dönüşür. Çoğaltmanın tek yolu etkin olmaktan ve paylaşmaktan geçer. İhmal ve ertelemek sevginin istismarıdır. Türü ne olursa olsun sevgiye karşı her insan sorumludur. Onu tüm duyularımızla yaşamak, hissetmek bizi özgürleştirecektir. Her duyu organı sarılmanın başka bir formunu icra eder. Sevdiklerinize tüm duyularınızla sarılın. O zaman sevgi vücuda bürünür.