Marx’ın kuramsal azraili olmaya kendini adamış Weber’in “meşruluk” mefhumu koca bir yalan üzerine oturur. Bu meşruluk meselesi, iktidardakilerin hem iktidarlarını hem de icraatlarını belirli bir haklılık mekanizmasına dayandırmaları gerektiği iddiasına dayanır. Söz gelimi, seçimle iktidara gelmek bu iktidar için bir meşruluk (haklılık) gerekçesidir. Bir kere bütün bir siyasal sistem halk egemenliği ve temsil gibi bir meşruluk yalanı üzerine kurgulanınca, siyasetçi denilen yaratığın yalanları nur nimet sayılır. O nedenle iktidardakilerin bu kadar çok yalanı fütursuzca savurmaları, yalan üzerine kurulu bir siyasal retorik geliştirmelerinin hiç de şaşılacak bir yanı yoktur. Hele bir de faşizm toplumsal ilişki biçimini almışsa yalan üzerine kurulu siyasal yaşam geliştirmenin tadından yenmez.
Faşizm, denilebilir ki, demokrasi ve meşruiyet yalanının kurumsallaşmış bir yalan siyaseti yoluyla sürekli ifşa edilme biçimidir biraz da. Faşizm demokrasinin cehennem halidir. Dostoyevski, Karamazov Kardeşler romanında baba Karamazov’a cehennemi şöyle tanımlatır: “Bir arabacının gölgesini gördüm, bir fırçanın gölgesiyle bir arabanın gölgesini temizliyordu”. Faşizm bu cehennemi gölgeler oyununun çıldırtıcı yalanlar oyununa dönüşmüş biçimidir. O yüzden bütün bir iktidar taifesinin bu denli rahat ve pişkince yalan söylemesine şaşmamak lazım. Büyük bir entelektüel haz duyarak okuduğumuz, sosyal medyada aforizmalarını paylaştığımız Nietzsche’den bu yana biliyoruz ki, toplumsal dokusu tarumar olmuş toplumlarda bir görüşün ya da iddianın yalan ya da yanlışlığı ona inanmak veya karşı çıkmak için bir gerekçe oluşturmaz; aslolan yalanın ne derece hayatı söndürücü ya da belli bir yaratı türünü koruyucu olduğudur. Bu genel ilkeyi herkesten önce keşfeden siyasal yaratıklar, faşizm koşullarında yalanın yegane siyaseten prim yapıcı söylem biçimi olduğunu bildikleri için sürekli yalan söylerler ve yalanın ortaya çıkmasından rahatsızlık duymazlar. Biçare muhalifler, iktidar yalanlarını sürekli ifşa etmeye girişirken, yalanların açığa çıkmasının hem muktedirlerin hem de faşist güruhun ruhunda ahlaki bir hezeyan yaratmasını nafile beklerler: ‘Başbakan bizi Afrin’e götür !’. Güruhun bu büyük yalanına siyasi yaratı bir başka yalanla yanıt verir: ‘Dışarıda bekleyin gidelim’. Bu kadar basit… bilecik escort
Siyaseten yalan – sanki siyaseten doğrucu varmış gibi !- demagojiden, yalancı da demagogdan, söylemsel olarak ahlaki bir temele sahip olmaması, retoriksel oynaklığı, hızla gündemsel yer değiştirebilmesiyle ayrılır. Siyaseten ölüm –iktidarı kaybetme- korkusu fiziksel ölüm korkusunun önüne geçer yalancı siyasetçide. Bu aynı zamanda faşizmin de paradoksudur. İçine bulunduğumuz faşizm koşullarından asla demokratik mekanizmalar yoluyla kurtulamayacağımız ne kadar aşikârsa, bu anormal yalancı siyasetçi tipinin karakter değiştirmesini beklemek de o denli beyhude olsa gerek. Yalandan beslenmez siyasi yaratık; bizatihi kendisi bir yalan yumağı olduğu için, sakallı amcanın dediği gibi ‘hiçbir şey olmadığı için kendisinden başka her anlama geldiğinden’ o yalandan değil kavramsal olarak yalan ondan beslenir. Yalan artık kavramsal varlığını bu yaratığa borçludur.
Bu güne kadarki pratik bize gösterdi ki siyaseten yalan ve yalan siyaseti mutlak bir şiddet ve acımasızlık ile eş zamanlı üretilir. Bir başka deyişle bu kadar çok yalanı ardı ardına sıralayabilmek için merhamet ve vicdan yoksunu olmak da gerekir herhalde. Shakespeare, İngiltere iç savaşını anlattığı VI. Henry adlı oyununda tahta çıkma arzusuyla yanıp tutuşan Richard’ı şöyle konuşturur:
Pekala gülümseyebilirim ve gülümserken cinayet işleyebilirim
Ve yüreğime acı veren şeye doya doya ağlar,
Yanaklarımı düzmece gözyaşlarıyla ıslatırım
Ve yüzümü tüm uygun durumlara sokarım
Deniz kızının boğduğundan daha çok denizciyi boğacağım;
Şahmeran’dan daha çok sayıda dik başlı insanı kılıçtan geçireceğim
Nestor kadar iyi hatip rolü oynayacağım
Ulysses’ten daha kurnazca aldatacağım;
Ve Sinon gibi bir başka Truva olacağım.
Ben bukalemuna renkler ekleyebilirim
Çıkarlarım için Proteus’la yer değiştirir
Katil Makyavelli’yi okula başlatırım.
Demek ki Olimpos’un ihtiraslı tanrılarından bu yana Machiavelli’ye Prens’i yazdırtan, Shakespeare’e ilham kaynağı olan bu doymak bilmez iktidar hırsı ve üzerine inşa edildiği yalan makinesi, mutlak kargaşa ve iç savaş koşullarında hem burjuva sivil toplumuna hem de onun bağrından doğup gürbüzleşen siyasi toplumuna ivme veren temel mekanizmadır. Yalan siyaseti ve siyasi yalanlar, faşizmin siyasi yaratıklarında bağımlılık yapar, siyaseten ölüm korkusu ruhunu ele geçirdiğinden, dozu sürekli artırmak zorunda kalır. Sorun, kaçınılmaz altın vuruşu olabildiğince öteleyebilme sorunudur artık. Ve sorun altın vuruşun dozajının bütün toplumu felce uğratacak düzeyde yüksek olup olmayacağı sorunudur.