Biliyorum, “bayram bayram sırası mı?” diyeceksiniz. Sırası efendim. Bayram bayram anlatılmayacaksa ne zaman anlatılacak.
Eski çocukluk günlerinin bayramlarını daha evvel anlattık, yani tekrara gerek yok. Bayram mesajlarında barış diledik, demokrasi diledik, kardeşlik diledik, hukuk ve adalet diledik, olmadı, olmuyor… Bunun için mücadele etmek gerekiyormuş. Bu yüzden bayram mesajı da yok.
Sırası efendim. Bayram bayram anlatılmayacaksa ne zaman anlatılacak.
Bugün sizlere, bayramlık bir arzuhalim var: “Anti Amerikancılardan şikayetçiyim!”
Son yıllarda, her şeyin ABD emperyalizmine, dış güçlere bağlanıldığı siyasal ve sosyal meseleleri de açmayacağım.
Vallahi dolar yükselirse dış güçler, düşerse ekonomideki istikrar ve başarı diye bahane de üretmeyeceğim.
Anlatayım efendim.
Kendimi bildim bileli, bir anti Amerikancılık almış başını gidiyor, 60 yıldan beridir. Adeta bizlerin diline, beynine pelesenk ettiler. Bir kısır döngüdür almış başını gidiyor…
Durmadan tartışır olduk Amerikan emperyalizmini… 12 ay, 365 gün 24 saat… Ne milli bayram, ne de dini bayram dinliyor, ara vermeden, soluksuzca… Hatta, düğünün merasimin tam ortasında, cenazenin defini sırasında…
Şu, “Anti Amerikancılık” meselesine gençlik yıllarından başlayayım müsaadenizle.
Daha bir yanımız, Anti Amerikancı, diğer bir yanımız henüz Sosyalist Sovyetçi değil iken, değerli devlet büyüklerimiz tarafından Amerika’ nın övüldüğü, Sovyetlerin arkasından da sövüldüğü dönemlerdi…
‘Anti’ sözcülüğüyle yan yana birleştirilen, ‘Emperyalizm’ sözcükleriyle henüz tanışmadığım, ancak görmezsem de, gitmezsem de Amerika ülkesinin adını duymuştum. Hatta başkentini, eyalet isimlerini, sağıma soluma caka satarak “milli şiir” tadında bilgiçlik taslayarak duyuruyordum herkese.
Niye caka satmamayım ki! Hangi kıtada olduğunu bilmeyen sınıf ve sıra arkadaşlarımız vardı henüz, ilkokul çağlarında…
Daha siyaset anlamında ağzımız süt kokuyor iken… Yani ilkokul 2 veya 3’üncü sınıf dönemleri… Kış aylarında, Karacadağ’ın bazal taşlarından örülü, üç odalı, sadece sürekli birisini kullanmak zorunda kaldığımız, Kuzine sobanın içerisini ısıttığı, üzeri toprakla örtülü, içi beyaz badanayla sıvanmış; ailece hem oturma, hem misafir ağırlama, hem yatma, hem ders çalışma için kullandığımız küçücük odada, kardeşler arasında Dünya Atlası ile oyun haline getirdiğimiz “Ülke ve Şehir Bulmaca” ile öğrendik. Hangi ilin, hangi ilçenin, hangi ülkenin hangi kıtada ve başkentlerinin nere olduğunu.
Bilmeyenler için yazılı sınavlar da tuzak sorulardan biriydi. Cevaplarken, “Amerika acaba Asya mı? Afrika mı? Avrupa mı?… Yoksa, Amerikan kıtasında mıydı?” diye.
Neyse ki, Amerikan ülkesinin hangi kıtada olduğunu bilen veya bilmeyenin imdadına siyaset yetişti.
Bizler büyüdük. Ve siyasetle yavaş yavaş haşır neşir olma dönemizdi…
Bizlere öğrettikleri temel derslerden biriydi “Anti Amerikancılık”.
“Teori olmadan pratik, pratik olmadan teori olmaz” gerçekliği üzerinden, özellikle 68’li abiler hararetli tartışırlardı bu konuları bizlerin yanında.
Vietnam’da, Kamboçya’da, Bolivya’da ve Latin Amerika’nın kimi yerlerinde süren savaşlarının etkisi vardı. Her yerde “Che rüzgarı” esiyordu. Haliyle dünyadaki bu gelişmeler bizleri de etkilemişti.
Ben de, tam bir “Anti Amerikancı” olmuştum. Ne İlkokuldaki Marşal yardımı, ne Hollywood filmleri ve filmlerindeki güzel yıldızlar, ne Missisippi nehrinin orta yerinde başında şapkasıyla, ağızında puro sigarasıyla poker oynayan Ömer Şerifli kumar geceleri… Ne de Las Vegasın parıltılı gece hayatı, beni döndüremedi yolumdan. Hatta Westren filmlerini çok severdim ama hep Kızılderililerin tarafını tutardım.
İşte o dönem yapılan ve aktarılan tartışmalardan biri hala dün gibi kulaklarım da..’
68’ li büyüklerimizden, teorisyenlik mastırını hak kazanmış, 10 kişilik bir grup kendi aralarında tartışıyorlardı.
Tartışmanın konusu: Anti Emperyalizm.
Sırayla söz alanlar, ABD Emperyalizmini yerden yere vuruyorlardı. Nihayet, bu konularda bayağı radikal antici olan bir abimize söz sırası gelmiş. Başlamış ABD emperyalizmini yerden yere vurmaya, durmadan acımasızca eleştirmiş, “Emperyalizm şöyle zalim, böyle acımasız, söyle sömürüyor…” diye… 20 dakikalık uzun, bir o kadarda acımasızca ve hırslı Anti Amerikan nutkundan sonra sandalyesine oturmuş ve otur oturmaz cebinden sigara paketini çıkartıp yakmaya başlayıp bir nefes almıştı. Bu sırada herkesin şaşkın gözlerle ona baktığını fark etmiş. Önce bozulmuş, ama bozuntuya vermemiş ve pişkin pişkin, “Arkadaşlar şu ABD emperyalizmi çok acımasız, çok kötü ama, lanet bu Marlboro sigaraları çok iyi!” demişti.
Yine bir seferinde de, sıkı Anti Amerikancı, 68 geleneğinden gelen bir abimizin yolu yıllar sonra kızının oraya yerleşmesi sebebiyle ABD’ ye düşür. Halen de her yıl düzenli gelir-gider. 2-3 ay kadar kalır burada, morali yerinde ve toparlanmış döner.
İlk gidişinde kendisini ziyarete gittiğimde, ben de muziplik olsun diye sordum, “Abi, gittin, epey kaldın, gezdin, geldin… Peki, ABD emperyalizmi nasıl bir ülke abi?..” Anladı tabi, biraz mahcubiyetle, biraz da şakayla karışık:, ”İsmail’ im, bu ABD Emperyalizmi çok kötü, hepimiz biliyoruz. Dışarıya karşı çok zalimler onu da biliyoruz ama kendi içlerinde çok demokratlar. Amerika’ nın şehirleri, yaşamı çok güzel! Rüya ülke derlerdi inanmazdım, gidip kalıp gezip görmek lazım. Anlatılmaz, yaşanır!”
Bana soruyorlar. Sen Anti Amerikancı mısın? Cevaben, “Ben Anti Amerikancı değilim, ben Anti Emperyalistim!”
Çağırsalar gider miyim. Vallahi arkama bakmadan giderim. Hem Beyaz Saray’a komşu olmak fena mı?
Sizi gidi Anti Amerikancılar…
Sizlere de iyi bayramlar…
Bütün insanlık alemi, sizlere de şeker tadında iyi bayramlar!