SİZİ HİÇ ETTEYYATÜHÜ İLE DÖVDÜLER Mİ? / İLBAN DUYAN YAZDI

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

1997 yılı. Silifke’nin Sarıaydın Köyü’nde öğretmenim. Sınıfta okuma çalışması yapıyoruz. Bir ara öğrencilerimden birisi “Öğretmenim hocamız diyor ki, üzerinde besmele yazmayan kitabı okursanız günah işlersiniz.” Şaşkınlıkla sınıfta başka bir hoca daha mı var diye etrafıma baktım. Benden başka hoca görmeyince birden kendime gelerek, “Ne hocası çocuğum kimden bahsediyorsun?” diye biraz da kızgınlıkla sorunca cevap verdi öğrencim. “Kuran hocasından öğretmenim” dedi. Anlamıştım. Köyde bir yurt varmış, belli bir yaşın üzerindeki çocuklar yurtta dua öğreniyorlar, namaz kılıyorlarmış. İşin rengini fazla uzatmadan öğrendim. Yurt Süleymancılara ait… Yurdun bitişiğindeki evin çocuğu da dahil köydeki çocukların çoğu, dinini dinayetini öğrensin, yaramazlık yapmasın diye bu yurtta yatılı kalıyorlarmış. Sanırım anlatabildim. Annesi, babası, kardeşleri az ileride oturan ilkokul, ortaokul çağındaki çocuklar, altlı üstlü ranzaların olduğu akşamın en geç sekizinde zifiri karanlığa bürünen yurda, ahlaklı olsunlar, iyi insan olsun diye gönderiliyormuş güya.

Muhafazakar kimliği ile bilinen bu köyde, muhtara Taytıs derlerdi. Hani şu Flamingo Dizisindeki kötülük abidesi Şerif Taytıs. Sarıaydın’ın  Taytıs’ının, Gavur Ali’nin kahvesine gidenlerin domino bile oynamasına  izin vermemesini ilk duyduğumda çok şaşırmış, inanmamıştım. Çünkü her sabah andımızı okumak için okulumuzun bahçesine toplandığımızda, derenin kenarındaki boş bira şişelerini sayardık çocuklarla, ritmik sayma niyetine. Nasıl oluyor da muhtarın korkusundan domino bile oynamaya tırsan köylülerin neredeyse çoğunluğu, üstelik günah olduğuna inandıkları halde bu kadar çok içki içebiliyordu?

Bir gece, kahvedekilerin çoğu çekilmiş, içeride kalan üç beş kişiyle sohbet ediyordum. Belli ki Taytıs’a ispiyonlayacak birileri kalmadı diye, çay bardağının içine koyduğu rakı ve iki elma dilimi ile yanıma gelip oturdu kahveci Gavur Ali. “Hadi hoca içelim.” Sonra başladık mavraya. “Az önce şu sobanın yanındakiler var ya” dedi, “Onlardan Mustafa’nın oğlu bu gece diğerinin on beşlik kızını kaçıracak, bundan kızın babasının da haberi var, burada bu işler hep böyle oluyor, onlar da zamanında avratlarını kaçırmışlardı” dedi. Afallamıştım. Nasıl oluyor da, domino bile oynamaya tırsan köylülerin neredeyse çoğunluğu, eşlerini kaçırarak evlenmiş, kendi çocukları da az sonra kaçacak, üstelik bunu bildikleri halde umursamıyorlardı?

Okul müdürümüz uzun zamandır Sarıaydın Köyü’nde görev yapıyordu. Hafta içleri bazen mesaiye gelmez, öğrencim olan çocuğuna sorduğumda da “babam bugün hasta, okula gelmeyecek öğretmenim” derdi. Alışmıştık, müdür gelmemişse kesin o gün hastalandığı için yatıyor zannederdik. Bir gün öğle arası müdürün odasındayım. “Dün gece gene sabahladık arkadaşla, ütüldüm de” deyiverdi birden. “Hayırdır hocam, rüya mı gördün” falan dedim şaşırarak. “Yok yok ne rüyası, gece köyün içindeki boş evde sabaha kadar Hoşkin oynadık, cüzdanı boşalttık valla”. “Abi kumar mı oynuyorsunuz?” diye garip garip bakınca, “Bilmiyorum numarası yapma. Bütün köy kumarcıdır, köyde bir kaç boş ev var, orada ara ara sabahlanır, kumar oynanır” dedi. Nasıl oluyor da, domino bile oynamaya tırsan köylülerin neredeyse çoğunluğu, üstelik günah olduğuna inandıkları halde, çoluğunun çocuğunun rızkını kumara yatırırdı?

Geçen hafta İzmir Dikili’de Süleymancılara ait bir yurtta, eğitmen olarak görev yapan birinin onlarca erkek öğrenciye tacizde bulunduğu haberini okuyunca, film şeridi gibi yaşadıklarım, şahit olduklarım aklıma düşüverdi. Yıl 2017 ve aradan yirmi sene geçmiş. Sanki hiçbir değişmiyor, bu ülkenin dininde dinayetindeki büyük çoğunluğu, çocuklarının taciz edilip tecavüze uğramasını ahlaksızlık saymıyor, bu kötülüğü yapanlar ceza alsınlar diye çırpınan az sayıdaki insana da, her türlü saldırıyı helal görüyordu. Duyduğu kötü bir haberin peşine düşüp, sorumlular hesap versin diye çırpınan bir avuç kişi, arkalarına Şerif Taytısları alan çoğunluk tarafından din-iman düşmanı diye hedef gösteriliyordu.

Alçalmakta sınır tanımıyorlar artık. Daha geçen hafta, uçkuru okuduğu duanın önüne geçen aşağılığın birisi, sakalsız erkekleri hedef gösterdi televizyon ekranlarından. Yüzüne tükürmeyeceğimiz bir ar yoksunu, Konya’da imam hatip lisesinde görevli bir felsefe öğretmeni, kız çocuklarının eşofman giymesinden tahrik olduğunu paylaştı, hiç çekinmeden. Bu yaşıma geldim, hayatımda böylesi çukur, değersiz bir güruh görmedim. Dilleri bu kadar zehirli, adalet duygusu bu kadar alçalmış çoğunlukla yan yana yürümedim. Her yerden, her yanımıza saldırıyorlar. Dişimizle tırnağımızla yan yana getirdiğimiz, farklılıklarımıza rağmen bir arada tutunmamızı sağlayan ne kadar öykümüz varsa paramparça ediyorlar. En çok da çocuklarımıza kötülük yapıyorlar.

Komşunun tavuğu kendi bahçesine girdi diye, yıllarca bir avuç darının tasasına düşen, hısım akrabalarım, sevdiklerim, iş arkadaşlarım. Sizlere ne oldu böyle de, gözlerinizin önünde çocuklarınız tecavüze uğruyor ama ses çıkarmıyorsunuz? Ses çıkarmanız için daha kaç çocuğumuza tecavüz edilmesi gerekiyor? Bunları bilmek istiyoruz artık. Çünkü yüz yüze bakıyoruz, hiçbir şey olmamış gibi davranmak onur yitimidir, insanlığın bitişidir… Bizim yazarken bile utanıp, yerin dibine girdiğimiz acılar, körpecik çocukların çığlıkları, sizlerde hiç iz bırakmıyorsa eğer,

BİZ’lerde göz bebeklerimize, nar tanelerimize sesleneceğiz o zaman.

Sevgili çocuklarımız!

Umutsuzluk, yaşarken ölümü beklemektir.

Sizlerin hayalleri çalınmasın diye, umutsuzluğa teslim olup beklemeyeceğiz!

Çoğunluğun ahlakıyla ruhlarınızı inciten bu zamane Taytısları,

Sizleri Etteyyatühü ile dövmesinler diye, her birinizin izini sürüp, gövdemizi siper edeceğiz.

 

 

 

 

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir