Yaşamaya ve nefes almaya çalıştığımız bu şehrin en önemli sorununa değinerek, bu yazı dizisini sonlandıracağım. Biliyorum, Mersin’ in kentsel sorunlarını, dört değil, otuz dört bölümde de kaleme alsam sonu gelmeyecek…
Lafı uzatmadan hemen başlayayım…
Bir kent hayal edin…
Yeşil alanlar içinde saklı, modern mimariye sahip, birbirine benzemeyen rengarenk yapılarla kaplı; park ve bahçelerin içinden geçerek, eviniz ile işiniz arasında uzanan bisiklet ve yaya yolları, spor ve gezi yapacağınız sosyal alanlar, tramvaylar, çok katlı otoparklar, geniş geniş caddeler, sokaklar ve bulvarlar…
Araba koleksiyonlarının peş peşe çalmadığı, araçların oto parklarda gizlendiği, kavganın patırtının olmadığı, sanatsal ve kültürel etkinliklerin sıklığına şahit olduğumuz bir kent…
Ancak, yaşadığımız şehrin gerçekliği ile yüz yüze kaldığımızda ne yazık ki, kral çıplak!
Bilenler bilir. Mersin şehir merkezi 30 yıl kadar önce, eski yerleşim alanlarından oluşuyordu. Bunlar; Camişerif, Hamidiye, Nusratiye, Bahçe, Yeni, Çamlıbel, Turgutreis mahalleleriydi. Pozcu’nun bu kadar gelişmediği, Mezitli ilçesinin de belde olduğu dönemler halen dün gibi hafızalarda. Yani, şehir merkezi bu kadar büyük değildi ve de araba sayısı insan sayısının üç katı hiç değildi.
Eski Mersin yerleşim alanlarının dışında, kent merkezini çevreleyen devasa yemyeşil alanlar, Toros eteklerinin devamı olarak masmavi denizle kucaklaşıyordu.
Bugün geldiğimiz noktada; artık Mersin eski Mersin değil!
Bir milyona yaklaşan kent nüfusuyla artık her şey keşmekeş…
Nereden tutsanız elinizde kalıyor.
İddia edebilirim ki, Mersin; Türkiye’nin en çarpık kentleşmeye örnek ender kentlerden biridir.
Yayan yarım saatte gidebileceğiniz yolu, herhangi bir vasıtayla bir saatte ulaşıyorsunuz. Yolcular ve şoförler olarak el ele vererek, belki de, kendi hukuk kuralları içesinde fiili duraklar oluşturarak, İl Trafik Komisyonu kararlarına ve kurallarına kafa tutan ilk kentlileriz.
Yine iddia ediyorum ki; “Müsait Yerde İnecek Var, Müsait Yerde Binecek Var” kuralının tek işlediği kent; Mersin’dir.
Yani anlayacağınız: Alan memnun, satan memnun! Bir başka deyişle: Yolcu memnun, sürücü memnun!
Sorunlar yumağının temelinde yatanın ise, çarpık kentleşme olduğu göreceli bir durumdur. Bu göreceli durum, beraberinde diğer sorunları da büyüterek, bugün yaşadığımız kentin sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik dokusunu ortaya çıkardı.
Bulunduğumuz Ortadoğu coğrafyasında savaşlardan, çatışmalardan ve bölgeler arasındaki ekonomik ve sosyal uçurumdan kaynaklı Mersin kentinin de göçle karşı karşıya kalacağı biliniyordu.
Bu bilinen göç dalgasına rağmen, kentin alabildiğine büyüceği, yeşil alanların konutlaşmaya dönüşeceği gün gibi aşikardı. Yine buna rağmen caddelerin, bulvarların, sokakların imarına izin verilerek konutların ortaya çıkma sürecinde gerekli tedbirleri almayarak, bugünkü çarpık kentleşmenin asıl müsebbipleri; modern kentleşme yerine, çarpık kentleşmeyi tercih eden, onaylayan, denetlemeyen gelmiş geçmiş siyasiler ile yerel yöneticilerdir. İşin popülist ve rant kısmına girmeyi bile gerek görmüyorum.
Bir kenti yönetmeye adaysanız, birinci vazifeniz; kent insanını daha çağdaş, daha modern, nefes alınabilir, yaşanabilir bir kente taşımak olmalıdır. Bu da çağdaş mimariyi ve çağdaş kent tahayyülü bulunan, bu kenti ve bu kent içinde yaşayanları sevecek yerel yöneticilerle mümkündür.