TRAJEDİ VE KOMEDYA KÜLTÜRÜ

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hepimiz biliriz, yaşadığımız hayat tekdüze değildir, inişli çıkışlıdır. Sarptır, dolambaçlıdır, düzdür. Geriye dönüp baktığımızda; gerek efsanelerde, gerek tarih de insanların ve toplumların yaşamları trajedilerle doludur.

Trajedi dendiği zaman: İnsanların ve toplumun çektiği acı, gözyaşı, ağıt aklımıza geliyor.

Savaşlar, katliamlar, kıtlıklar, doğal afetler, ölümler aklımıza geliyor.

Şimdilerde, 16 -17 yıl okuyarak öğretmen olan bir insanın işsiz kaldığı için intihar etmesi…

Bir ay da 350 işçinin iş kazasında ölmesi…

150 kız çocuğunun hamile bırakılması…

Bölgesel savaşların doğurduğu ölümler…

Özgürlükler ve demokrasinin olmadığı alaca karanlıkta, insanların ve toplumun önünü görmeye çalışmaları…

Ayrıca başka türlü acılar, ağıtlar aklımıza gelir. Bunları hiçbir insan, hiçbir toplum tekrar yaşamak istemez.

Antik Yunanlılar, yaşamın trajik anlamını tüm ayrıntılarıyla yorumlayıp, bilince çıkararak yarınlarına nasıl bakacaklarını belirlermiş. Bunun bir nedeni de burada sanatla uğraşan insanların çok olmasından kaynaklanıyor olabilir. Örneğin, o dönemin komedya yazarı Aristophanes (Aristofanes), Acharnialılar, Kurbağalar, Eşek Arıları adılı oyunlarında komedyanın, halkı eğlendirmekle kalmayıp onu, hem beğeni, hem ahlak, hem politik düşünce bakımından eğitmesi gerektiğini söyler. Aristofanes’ten kırk beş yaş kadar büyük olan Sophokles (mö.495-406) o dönemin tragedya yazarı olarak ün yapmıştır. Başta “Antigone, Kral Oidipus…” gibi birçok eserleri tragedya dalında günümüzde de izleyicisini etkilemeye devam etmektedir. Bu uygulamalar, alt paragraf da sözünü ettiğimiz, “ciddiyet ve hafiflik” ya da trajedi ile komedya bir arada sunularak – iyi ve kötü- halka-izleyiciye- gösterilir. Böylece halkın doğruların yanında yer alma geleneği/kültürü yaratılır.

Romalılar ise daha çok işin pratik yanını ele aldıkları için yaşadıkları trajediyi görmüyorlar, bilince çıkarmıyorlar, ancak yaşamın ciddi olduğunu kabul ediyorlarmış. Bundan kaynaklı olarak da insan nitelikleri arasında “ciddiyete” çok önem verirlermiş. Ciddi olmayan insanları “hafiflikle” suçlayarak önemsizleştirirlermiş. Anlaşılacağı üzere, o toplum trajik yaşamlara karşı çıkacağı yerde trajik yaşamı kabullenmesi daha kolay oluyormuş.

Bizim ülke insanlarımız da biraz Romalılara benziyor. Sokakta, parkta, bir kalabalıkta kahkahalarla gülen birini görünce; “ne hafif insan” deriz, onu küçümseriz.

Nerede asık suratlı birini görsek; “amma ciddi insan ha” ya da “acıların insanı” deriz. Ciddiliği, acıları, ağıtları kendimize ve topluma yakıştırırız.

Buradan şu sonucu çıkarabiliriz: Toplumların dünkü kültür ve davranışları, toplumların bugününü de yarınını da etkiliyor.

Burada hayatın sadece, acı, gözyaşı ve ağıttan ibaret olmadığını, insanların ve toplumların huzurlu, mutlu yaşayabileceklerini, gülebileceklerini anlatan başka bir dünyanın var olduğunu gösteren, kabullenmeme kültürü, mücadele etme kültürü ve sanatın yarattığı/yaratacağı Yeni kültürler insanlığın gelişmesine katkı sağlayacaktır. Bu yeni kültürler bir bütün olarak ele alınmalıdır.

Karikatür, şiir, resim, roman, güldürü-komedi- ağırlıklı tiyatro oyunları, sinema filmleri, mizah dergileri vb. Yeni kültürlerin pencereleri, kapılarıdır.

Ölümü kutsayan değil, ‘insanca yaşamak’ kültürünün yanında almak insana en yakışanıdır.

Pencerelerimizi ve kapılarımızı açık tutalım, havasızlıktan ölmeyelim. Hep birlikte gülelim, birlikte yaşayalım.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir