Daha önce yapay zekaların varoluşumuzu tehdit ettiğini okumuştum. “Olur mu canım öyle şey?” diye geçirdim içimden? Yapay zekalar insan eseridir ve hiçbir zaman kontrolü ele geçiremezler. Bir kere onu üretenin zeka boyutlarını aşamaz. Onu bir kenara bıraktık, insan olmaklığı belirginleştiren duygular ve yaratıcı düşünceden nasiplenemezler. Yani diyorum efendim, sanattan, edebiyattan ve felsefeden anlamazlar. Şimdilerde gittikçe artan bir şekilde hayatımızın yapay zekalar yoluyla nasıl kontrol edildiğini görmekteyim, şaşkınlıkla. Özellikle gıda, siyaset ve güvenlik gibi alanlarda tercihlerimizi nasıl manipüle edebildiklerini ve bir yok oluşa doğru sürüklendiğimizi görüyorum. Yapay zekayı daha sonraki bir yazıda ele alacağım. Ancak bu ontolojik kaygıyı bana daha yoğunluklu hissettiren küçük yaşantılardan birini aktarmak istiyorum şimdi.
Odamdayım. Yanımda 17-18 yaşlarında bir öğrenci. Akademik başarısı düşük olduğundan ders çalışma programı istiyor. Masamda yarın yapılacak imza ve söyleşi etkinliği için dostum Tolga’nın konuğu şair ve gazeteci Soner Demirbaş’ın Yasakmeyve Yayınlarından çıkan son şiir kitabı olan “Deva” duruyor. Öğrenciye kitap okuyup okumadığını sordum. “Bazen” dedi. Tür olarak da polisiye, gerilim, korku okuduğunu söyledi. Az da olsa okuyor olmasına ve kitapla tanışmış olmasına sevindim. Aklıma bir de şiirle tanışması için uygun bir fırsat olduğu geldi. “Bir etkinlik var yarın okulda, biliyor musun?” diye sordum. “Evet, biri gelecekmiş.” dedi. Biri mi? Gözlerimi kaçırmak istedim gözlerinden o an. Anlasın istemedim çektiğim acıyı. Edebiyat öğretmenleri Tolga Yaygın, bir aydan beri hazırlığını yapıyordu bu etkinliğin. Bir haftadan beri de hevesle, heyecanla ve sevinçle hazırladığı afiş ve broşürleri okulun, istemeseniz de gözünüze çarpacak, değişik noktalarına asmıştı. Yüzümde kontrol edemediğim bir ekşimenin belirdiğini hissediyordum. Ne fedakarlıklarla Kırşehir’den, bunca iş arasında, “Dünya Şiir Günü” vesilesiyle seninle buluşmak ve duyguyu bulaştırmak için gelen bir şair var. Hani “Dünya Şiir Günü”ydü, bahardı, umuttu, çiçeklerdi, şiirdi, aşktı… Yetmez mi? Hadi dünyaya gelmiş bulunmanın bir hatırı yok, misafirin de mi yok? Davet edenin de mi yok? Ah bu kuşak! Varoluşsal boşlukta, dünyaya fırlatılmış olmanın şaşkınlığını tüm ağırlığıyla yaşayan, seçimlerinin sorumluluğundan kaçan, özgürlüğünü kendi eliyle teslim eden bir nesil. Olsun dedim kendi kendimi teselli etmek ister gibi. Belki de tanışması için ortamlar hazırlamak, içeriye girinceye kadar itelemektir bize bu çağda düşen. Hani bir ucundan bulaşsa, bir metafor, bir imge bulaşsa gerisini şiir halleder diye umut ediyorum. Şiir bir yorgan gibi sarmalar sonrasında, şair el uzatır ve çekiverir seni savrulduğun boşluktan belki. Umut işte. “Sana bir kitap hediye edeyim. Yarın söyleşiye de katılırsın. Şöyle bir göz gezdir şiirlere bakalım.” Dedim. Yüzünde pek bir duygu ifadesi yok gibiydi. Aldı. Baktı uzun uzun. Sayfalarda gezindi. Biraz uzun sürünce umutlandım. Dayanamayıp merak ve umutla sordum. “Nasıl buldun?” Başını kaldırdı, az önceki duygularından soyutlanmış ifade değişmemişti. Gayet ciddi bir ses tonuyla “Sayfalar neden yarım?” dedi. Sesim sesine kırıldı. Kulaklarım duyduklarından utandı ve kızardı. Titrek ve yurdundan sürgün edilmiş bir ses tonu sözün sınır kapısı olan dudaklarımdan kaçak giriş yaparak boşluğa savruldu. “Ben seni zorlamayım, sen kitabı geri ver istersen.” Diye çınladı ses havada. Bilmem yer eder mi kafatasındaki boşlukta? Belli işimiz zor. Çok zor.
Sessizce şu saatte şu kadar fizik, şu saatte şu kadar matematik. Makine programlandı. Makine işte duygu yok. Kitapta kaldı, hepsi kitapta. Edebiyata ve felsefeye bulaştırmadıkça varoluşsal tehdidin ruhumuzda hissettirdiği sızı giderek artacak. Belki de çağımızda en çok bu alanda savaş vermeliyiz. Bu niyetle sözü şairimize bırakalım. Sevgili Soner Demirbaş’ın sözleri “Deva” olsun sızımıza:
“bahçeyi büyütmek istiyorsan
tohum gibi kadar küçülmen gerek
ormanı büyütmek istiyorsan
ağaç gibi kadar sabretmen gerek”