Nesnel hiçbir dayanağı olmayan bir ahlak düsturu üzerinden muhalefet kurguluyoruz. Kendisini iyi, doğru, dürüst insan mertebesine yerleştirip, karşıdakini kötü, arsız, hırsız ilan etmek, siyaseten muhalif konumdakini önce atıl, sonra muhafazakar ve en sonunda da en az iktidardaki kadar kötü yapmaz mı? Peki ya yıllardır bağırıp çağırıp rahatladığımız kurumsal iktidarı şahsında kişiselleştirmiş olanların, bu denli güçlü ve direngen olmalarının sorumlusu, en az bu güruha oy veren yarıdan bir fazla kadar muhalefetse de? Asıl bizsek iktidarın kalıcılığının ve direngenliğinin müsebbibi, asıl bizler su taşıyorsak bu kötülük çarkının devranına, peki ya iktidardakiler bizlerin de en az kendileri kadar kötü olduğumuzun ayırdındaysa; ve gerçekten de öyleyse… kars escort
Meramımı biraz daha somutlaştırayım isterseniz. Marx Kapital’de 19. Yüzyıl İngiltere’sinde sendikaların kömür madenlerinde çocuk işçilerin çalışma saatlerinin azaltılması için verdikleri mücadeleye en büyük direncin çocukların anne babalarından geldiğini anlatır. Çocuk işçiler, bedenlerinin ufaklığından dolayı madenlerin en derin dehlizlerine girebildikleri için yetişkinlerden daha çok kömür çıkarıp daha fazla yevmiye alırlar. Çalışma koşulları o denli insanlık dışıdır ki, çocukların çoğu yetişkin yaşa gelmeden yaşamlarını yitirirler. Anne babalar, ‘Kutsal Aile’ değerlerini hiçe sayıp çocuklarının ölümü pahasına çocuk işçiliğinin yasaklanması ve çalışma saatlerinin azaltılması için sendikanın verdiği mücadeleye karşı dururlar. Evlatlarını, göz göre göre aileye üç kuruş fazla ‘para’ getirmeleri adına ölüme yollarlar. Bu bir ahlaki tavır mıdır? İşçi yetişkinlerin çocuklarına yaptıkları kötülük onları ahlaksız yapmayacağı gibi, bir sınıf olarak sömürüldükleri gerçeğini de değiştirmez.
Bu yaman çelişki üzerinden sakallı amca şunu anlatmaya çalışıyor: Din, ahlak, hukuk gibi ideal-düşünsel kurgular değildir gündelik-siyasal-ekonomik davranışlarımıza yön veren. Bizler sınıfsal ve dolayısıyla toplumsal pratiğin içerisinde bu kurguları yaratıp tanrıya tapar, hukukun üstünlüğüne inanır, ahlaka değer veririz. Bu ‘sınıfsal ve dolayısıyla toplumsal olan’ pratiklerdir ki; bir yandan anne-babaya kutsal aile değerlerinden dem vurup ardından çocuğunu ölüme gönderten. Demem o ki, kendisi de faşizmin gazabına uğramış büyük bir kadın filozofun iddiasının aksine, ‘kötülük hiç de sıradan değildir’. Ahlak, bütün maddi riyakarlıklarımıza uydurduğumuz, kendimizin biçip kendimizin diktiği sonra da yüzsüzce üzerimize geçirdiğimiz bir elbisedir. Hukukun üstünlüğünden, ahlaki değerlerin yüceliğinden dem vurmak, tanrıya inanmak gibi manevi-söylemsel rahatlık verir. Modernliğin hakkını vererek yaşayamadan postmodern zamanlara terfi eden bu garip memleketin muhalifleri de kendi kendilerine “biz iyiyiz, biz doğruyuz” payesi verip bunun üzerinden siyaset yapıyorlar. Bu aslında adı konulmamış bir minderden kaçıştır.
Somut-pratik-toplumsal siyasal mücadeleden kaçtıkça, kendi emeğimizle yarattığımız mesleki örgütlerimizden, sendikalarımızdan uzaklaştıkça, onları yalnız bıraktıkça, bununla da yetinmeyip onları yerden yere vurdukça, hatta sıklıkla sinik bir edayla Diyojen misali elimizde şarap, ahlaki-inançsal fıçılarımızın içine, arkasına gizlendikçe, kaçtıkça, yalpaladıkça ahlaka; hiçbir zaman bize hayrı dokunmamış hukukun üstünlüğüne sarılıyoruz.
Kapitalizm, mayası para olan bir sirke kavanozu gibidir. Ruhlarımızın parayla salamura edildiği bu dünyada, zaten özü gereği hiçbir ahlaki dayanağı olmayan siyasette, iktidara duygularla itiraz etmek, bu kanlı canlı, ete kemiğe bürünmüş fiziksel iktidarı bertaraf edemez. Demem o ki; kendisini ahlaki mağduriyet ve maduniyet faraziyesi üzerinden ören bir zeminde şekillenen muhalefet asla toplumsallaşamaz.
Zira her türden, temsil, seçim ve parlamenter muhalefet zemininin anlamsız hale geldiği şu günlerde, sadece sözel münakaşa, birbirine sallama siyasetidir almış başını gidiyor. Bir aralar muhalefet topyekün bir karar alıp bir hafta reisin AKP’nin adını ağzına almasa, iktidar, seçime, gösteriye, başkaldırıya gerek kalmadan hasedinden düşer diye espri yapardım. Şimdilerde bunun tersini de düşünmeye başladım. Saray erkânı ve AKP çalışanları birkaç gün hiç konuşmasalar, Atatürk’tü, Kudüs’tü, Zarraf’tı, Kılıçdaroğlu’ydu, ağızlarını açmasalar muhalefet ne yapar acaba?
Sonuçta bu evlere şenlik rejim, adına tartışma denilen kavgayla yaşar. Bu tartışma üzerinden her tür maddi çıkar genel ahlaki söylemlere, düşüncelere dönüşmeden yürüyemez. Siyasi yaratıkların kavgası gazetecilerin kavgasını davet eder, parlamentodaki tartışmalar, salonlardaki, meyhanelerdeki ve şimdilerde sosyal medyadaki tartışmalarla tamamlanır. Sistem bir dolu mızmızlanan, parmağını oynatmaktan aciz, dindarca bir edayla kelamı eylemin önüne geçiren, ahlaksızca bir ahlakiliğin çamurunda debelenen taraftar-muhalif yaratır. Bu siyaseten gürültü kirliliği, tıpkı bir orkestra ‘Reisinin’ bütün bir orkestrayı uyum içinde idare etmesi misali düzen içinde devam eder. Değil mi ki kemanlar önceden akort edilmiştir.
Bu arabesk siyasettir ki, sorumlusu olduğu düzene sanki kendisinin hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi, kelamın arkasına sığınıp ‘batsın bu dünya’ edasıyla yaklaşan ‘ağlak’ bir muhalefet yaratır. Anlaşılan o ki her birimizin kendince bir Müslüm Babası var. Bir jiletlerimiz eksik, onun da eli kulağınadır.