“An gelir /paldır küldür yıkılır bulutlar/gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet/o eski heyecan ölür/an gelir biter muhabbet/çalgılar susar heves kalmaz/şatârâbân ölür…
Şarabın gazabından kork/çünkü fena kırmızıdır/kan tutar / tutan ölür/sokaklar kuşatılmış/karakollar taranır/yağmurda bir militan ölür…”
Yukarıdaki dizeler Attila İlhan’ın An Gelir isimli şiirinden. Şiir sadece bu dizelerden oluşmuyor, devamı var tabi ki…
Şimdi diyeceksiniz, bu haftaki konu şiir mi? Hayır.
Ekonomi tepe takla, baş aşağı hızla pik yapan alım gücü, demokratik kurumlara, demokratik siyasete baskı, toplumsal ayrışma, gazetecilere, muhalif siyasetçilere dayak, güpegündüz kaçırılan sol görüşlü bir iççi, sokakta öldürülen bir kadın, ucuz ekmek sırasında dal gelirli bir yaşlı, Alevi evlerine ırkçı işaretler yaşanırken, gündem yaratma maharetli iktidar, yapay bir gündem daha yarattı. Bu şiiri de seçmem, bu nedendendir.
Yukarıda bazılarını saydığım, üzerinde durulması gereken hayati meselelerimiz varken, hafta başında nur topu gibi yepyeni bir gündemimiz daha oldu; Militan!
Ne diyelim: hayırlı uğurlu olsun, analı-babalı büyüsün…
Militan tartışması ciddiye binince, Attilla İlhan’ ın An Gelir şiiri düştü aklıma.
Bu sebeple, içinde “Militan” sözcüğünün geçtiği dizeleri alıp yazımın başına yapıştırdım.
Siyasette başladığımız ilk yıllarda ve sonraki yıllarda da militan sözcüğü, bize naif bir sözcük gibi gelir, çok gururla kullanırdık.
Halen de kullanmakta da bir beis görmediğimiz, içimizi ısıtan bir sözcüktür; militan!
Romanlara konu olur, dizelerin arasında anlamını bulur… Şair ruhlu kalemlere şiir, besteciye şarkı olur, türkü olur, marş olur…
Karşıdakine duygularımızı anlatmaya çalışırken, birer metafor cümle olarak düşerdi dilimize: “Ben seni militanca seviyorum- kalbini aç bana, ben senin militanın olayım-ben senin için militanca savaşırım/dövüşürüm” gibi metafor cümleler kurarlardı.
Bakalım “ militanca” bu tartışmaların sonucu nereye varacak?
Ben şahsen, enternasyonal bir sözcük olan, bu militan sözcüğünü çok sever, bazen cümle içinde de metafor olarak kullanırdım. Şimdi, daha çok sevmeye başladım, bu militan sözcüğünü…
****
Uydudan yayın yapan bir Tv karalı var.
Zaping yaparken bu kanala biraz takılayım dedim. Belgesel bir kanal görüntüsü vardı. Biraz izledim. Görüntülerin tamamı bu ülkeden. İzlerken süre tuttum: National Geographic’ de iki saatte anlatılan kuşu, bizimkiler, bu Tv de iki dakikada vurdular.
Yazıklar olsun!
Hayvan severleri, İnsan Hakları Savunucularını, veganları, vejeteryanları göreve çağırıyorum.
****
HAFTANIN İNCİSİ: RTÜK bir televizyon kanalına verilen cezaya ilişkin görülen davayla ilgili olarak mahkemeye öyle bir savunma gönderdi ki, şaşırdım kaldım. Aynen aktarıyorum:
“Medyanın iktidarın yıkılmasına sebep olabilecek, ekonomik kararlara hükmedebilecek, daha açık ifade ile istediğini başa getirebilecek, istediğini alaşağı edebilecek derecede önem arz ettiği bir durumda, her program konuğunun medya kanalı ile istediğini söyleme özgürlüğünden bahsetmek asla mümkün olmayacaktır.”
E, vallahi bu kadarına da pes doğrusu!
HAFTANIN LAFAZANLIĞI: Doğu Perinçek, önceki akşam bir yayında, Türk solunun tarihi kavşaklarından “68 kuşağı”nın en önemli isimlerinden Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan ile ilgili tartışma yaratan çarpıcı açıklamalarda bulundu. Perinçek, “Ben 1968 gençlik hareketinin lideriyim. Deniz Gezmişler, Mahir Çayanlar benim emrimdeki kişilerdir. Silahlı mücadele girişimi başlayınca, onların karşısına ben çıktım ama gene çıkarım”
Bilmem ki, ne demeli?
HAFTANIN MİZAHI OLAYI : Perinçek, kendi partisinden “108 kişi değil 100 kişi istifa etti” dedi.
E, şimdi sekiz kişi için seni mi kıralım?
***
HAFTANIN DRAMATİK İKİ OLAYI: İzmir’de Çingene yurttaşların artık yerleşik yaşadıkları Tepecik semtine, yerel elektrik firması polisler eşliğinde gitmiş ve kış ortasında bu halkı bir de elektriksiz bırakmışlar.. Genelde sokaklarda, köşebaşlarında çiçekçilik, sepetçilik ile düğünler ve toplantılarda müzik yaparak ev geçindiren Çingeneler, “Şu anda para kazanamıyoruz. Karantina belimizi büktü. Borcumuz borç, yeniden yapılandıralım” demişler ama, firma teklifi kabul etmemiş. Sökmüşler elektrik saatlerini gitmişler.
Bu olayın bir benzeri de geçtiğimiz hafta başında Mersin de yaşandı. Mersin İnsan Hakları Derneği öncülüğünde çeşitli kurumlardan oluşturulan heyet, Adanalıoğlu kasabasında, Suriyeli mültecilerin kaldığı çadır kenti ziyaret ettiler. Ziyaret sırasında göçmelerin yaşadıkları gördükleri tam bir insanlık trajedisiydi. Elektriği kesilen göçmenler soğuğa ve karanlığa mahkum edilmişler.
Konunun haberlere yansıyan başlığı şöyleydi: “Hangi vicdana sığar!”
Gerçekten hangi vicdana sığar…