Bahçeli ve T. Erdoğan bir araya gelmişler, “yerli ve milli mutabakattan” söz etmişler. Her partiden üçer kişinin bir araya geldiği altı kişilik bir heyet oluşturacaklarmış. İşte bu altı kişilik heyet, “yerli ve milli mutabakat” söyleminin içini dolduracaklarmış. Bunu yapabilmeleri için de bu üçer kişilik heyet kendi aralarında bazı konularda netleşmeleri gerekir.
Mesela D. Bahçeli’nin üç kişisi, T. Erdoğan’ın üç kişisine şöyle diyebilir; “bakın biz T. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını, yani başkanlığını, yani tek adamlığını destekleyeceğiz. Bunun karşılığında da iki parti “milli mutabakat” adı altında birlikte (aynı parti gibi) seçime gidelim, seçim sonucunda yine bizim-MHP’nin- 80 milletvekilimiz olsun. Seçimden sonra da iktidarda sizi destekleriz. Yine seçimden sonra parti olarak bizim de bütçeden yardım alabilmemiz için yasada küçük bir değişiklik yapılsın” diyebilir. Bunları neden der? Seçimlerde baraj altında kalıp hiç milletvekili çıkaramayacaklarını gördükleri için…
Peki, T. Erdoğan’ın yanındakiler ne yanıt verir! Başta şunu söyleyelim, AKP seçimlerde tek başına hükümet kuracak şekilde çıkacaklarını kestirselerdi böyle bir pazarlığa kesinlikle oturmazlardı. Demek ki bunlar da sonlarını iyi görmüyorlar. Seçimden sonra koalisyon kurabileceğimiz, yedekte tuttuğumuz bir gücümüz olsun diye düşündükleri açık ortada görünüyor. AKP açısından durum bu olunca, T. Erdoğan’ın üç kişisi, D. Bahçelinin üç kişisine “tamam, olur” demek zorunda kalabilirler. İşte bu noktada ayrıntılara girerek, 80 milletvekili değil de 20 olsun, birlikteliğin adı “yerli ve milli mutabakat” olsun, hatta birlikte hükümet kurarsak, hükümetimizin adı da “yerli ve milli mutabakat hükümeti” olsun. Ayrıca bu “yerli ve milliyi” kaptıktan sonra karşımızda bir de cephe yaratırız. O zaman “değme keyfimize ” vs, vs… diyerek ellerini ovuştururlar.
1950, ’60, ’70’li yıllarda özellikle okullar da kutlanan “yerli malı haftası” olurdu. Hafta boyunca “yerli malının” öneminden söz edilirdi. Hele ilkokul da okurken herkes elinde bir şeyler getirirdi. Elma, portakal, kuru üzüm, kuru incir… Hiç unutmam, ben de hatırlıyorum, Yörük çocuğu olduğum için, o gün sınıfa peynir götürmüştüm. Öğretmenim, peynirin de yerli malı olduğunu, peyniri elde ettiğimiz hayvanlarında yerli malı olduğunu uzun unun anlatmıştı. Öğretmenim anlatırken ben de onurlanmış, sevinmiştim. İşin özü, yerli malı üretelim, yerli malı tüketelim meselesiydi. Sonra yer altı, yer üstü kaynaklarımızdan, tarihi yapılarımızdan söz edilirdi… Zengin bir ülke olduğumuzu düşünürdük… Milli sözcüğüyle ulus sözcüğünü eş anlamlı kullanırdık. Ulusun ortak değerlerine milli derdik.
12 Eylül faşizminden sonra iktidara gelen Özal, nedense “yerli malı haftasının” adını “Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası” olarak değiştirdi. Bütün bir toplum; yerli, milli-ulusal- mallarımızın daha da değer kazanacağını bekledik. Umduk. Ne olduysa bundan sonra oldu. Yerli, Milli dediğimiz her şey değersizleştirilmeye, bozulmaya başladı.
Yapılan araştırmalar göstermektedir ki: “AKP döneminde en verimli kamu ve kuruluşları satıldı. Stratejik öneme sahip çok sayıdaki kuruluşta uluslararası şirketler söz sahibi oldu. Türkiye tarihi boyunca elde ettiği özelleştirme gelirlerinin yüzde 90’ı AKP döneminde elde edildi.”
Yerli malı diye bir ürün kalmadı. Bu topraklarda yaşayan insanların öz malları ya satıldı ya da kapatıldı. Daha geriye gitmeden sadece AKP döneminde satılanlardan, en karlı ve en verimli şekilde çalışanların bazılarını söyleyelim. Tekel, Petkim, Limanlar, Tüpraş, Seydişehir Alüminyum Tesisleri, THY, Erdemir, SEKA, Telekom, Şeker fabrikaları, SSK, Köy Hizmetleri, Derelerdeki sular, Yer altındaki çeşitli madenler, ormanlarımız… (sizler de hatırladıklarınızı ekleyin) ya satıldı ya kapatıldı. Köyler bile mahalle yapıldı.
Bu arada, Milli Eğitim tamamen bozuldu, neredeyse her ay müfredat değiştiriliyor. Öğrencilerin, öğretmenlerin ve velilerin başı dönmeye başladı. Milli Takıma bakın, 18 kişilik oyuncu kadrosunun 11’i yabancı… Diğer milli olan şeylerimizi varın siz düşünün!
Tüm bunların devre dışı bırakılmasıyla ülke insanlarının yarattığı değerler sıfırlanmıştır. Bu da İMF ve Dünya Bankasının dayattığı sömürü programlarıyla, iktidarın iş birliğiyle olmuştur, talan edilmiştir. Gelinen noktada işsizlik ve yoksulluk artmış, mutsuz bir toplum oluşmuştur.
Ülkede yerli ve mili bir şey bırakmayan AKP ile buna ses çıkarmayan MHP, seçimlerde kendilerinin “yerli ve milli” olduklarını söyleyerek “Milli İradenin” karşısına çıkmaya hazırlanıyorlar. Nasıl olsa balık oltayı yutar diye düşünüyorlar.