ZORUNLU DİN DERSLERİ, ALEVİ KADINLAR VE ASİMİLASYON

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Türkiye’de zorunlu din dersi uygulamasının tarihçesine baktığımızda, Tek parti iktidarında yani 1920’li yılların sonundan 1950’lili yıllara dek din dersleri müfredat programlarından tamamen çıkarılmış, 1950’lerden itibaren ise seçmeli din dersi uygulamasına geçilmiş, son olarak da soğuk savaş döneminin yeşil kuşak projesinin de etkisiyle 1982 anayasası ile birlikte din dersi zorunlu hale getirilmiştir.

 

“Zorunlu din dersinden muafiyet imkânı, Lozan Antlaşması’na göre, Türkiye’de yaşayan azınlıklar ve diğer Müslüman olmayan öğrencilere tanınıyor. Diğer bir deyişle, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (DKAB) Türkiye’de sadece Müslüman öğrencilerin alması gereken zorunlu bir ders niteliğini taşıyor. Bu nedenle, ağırlıklı olarak Sünni inancın öğretilmesine odaklanan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri, Alevi inancına mensup öğrenciler için de zorunlu.”
Laik bir devlette yurttaşların devletle bağı nasıl tarif edilir? Bu sorunun cevabı bugün Türkiye’de yaşanan pek çok sorunun ve beraberinde çözümünün de cevabıdır. Eğer tek bir etnik kimlik ve tek bir inancı referans alırsanız diğer farklılıklar otomatik olarak görünmez kılınır. Bugünden bir Lozan yorumu yapılacak olursa aslında o gün vatan topraklarını korumak adına alınmış gibi görünen bu karar tekçi ulus-devlet mantığının nasıl işlediğini ve sonrasında neye hizmet edeceğinin de göstergesidir.
Aleviler Müslümanlık bağı üzerinden (Kürtler de bu bağ dolayısıyla benzer sorun yaşamaktadır) Türkiye Cumhuriyetine tabi kılınmış ve Lozan’da tarif edildiği biçimiyle azınlık statüsü kazanamadığından Alevilerin farklılıkları veya farklı bir inanç grubu oldukları görünmez kılınmıştır. Buna bağlı olarak 82 anayasası ile birlikte zorunlu din derslerinin mağduru haline gelmişlerdir. Bu mağduriyetin daha köklü karşılığı aslında sindirme ve asimilasyondur.

 

Laiklik es geçilerek yapılan mevcut yurttaşlık tarifi üzerinden zorunlu din derslerinin varlığına ve sonuçlarına ilişkin de birçok soru ve sorun tarif edilebilir. Ancak meselenin bana göre acil iki boyutu bulunuyor. Birincisi zorunlu din derslerinin çocuklarımız üzerinden yürütülen sindirme ve asimilasyon politikası ve ikincisi ise kadınlar olarak bizim yaşamlarımıza etkisi. Alevilik İslam içi de kabul edilse İslam dışı da kabul edilse fark etmez inanç bakımından Alevilik İslamiyet’ten birçok temel noktada farklılık göstermektedir. Örneğin tanrı, evren, doğa anlayışı farklı olduğu gibi insana yaklaşımı da faklıdır. Bu farklılıklar felsefik, sosyolojik ve antropolojik açıdan ayrı bir inceleme ve değerlendirme konusudur. Ancak ben özellikle insan ilişkileri bakımından günlük hayatımıza yansıyan ve değen noktasından ele almak istiyorum. Alevilikteki insan anlayışında kadın ve erkek arasında hiyerarşik bir ilişki yoktur, eştir. Yaşamı ortak yaşayan, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir niteliğe sahiptir. Kadını eve hapsetme, erkeğe mal etme yoktur. Ayrı bir birey ve öznedir. Kadın yaşamı kendi aklı ve kendi kişisel değerleriyle yaşayabilir.

 

Aleviler, eğitim yoluyla çocuklarımız üzerinden ve kadınlar üzerinden yozlaştırılmakta ve özünü yitirmekle karşı karşıyadır. Zorunlu din derslerine maruz kalan çocuklarımız sahip olmadıkları bir inancı kendi inançlarıymış gibi öğrenmek ve yaşamak zorunda bırakılmaktadır. Zorunlu din derslerine karşı gerek Alevi kurumları gerekse de demokratik kitle örgütleri, sendikalar kimi eylem ve etkinlikler düzenlese de devlet ve iktidar bu talebe karşı hep sağır kalmıştır.

bakırköy escort

Kimi ailelerin itirazları olmuş, hukuki yollara başvurmuş ancak iç hukukta karşılık bulmayınca AHİM’e başvuru yapılmıştır. Ancak zorunlu din derslerine karşı AHİM’e başvuran iki ailenin davasına ilişkin (Lozan’ı referans alan) AHİM’in yorumuna baktığımızda, dinsel çeşitliliğin gözetilmediği ve müfredatın bu haliyle uygulanamayacağıdır. Sonuç ders müfredatlarında küçük oynamalarla görüntünün kurtarılmasıdır. Yapılan değişikliğe bakıyoruz: “ 4’üncü sınıftan itibaren 12’nci sınıfa kadar, 12 yıllık temel eğitimin 9 yılında okutulan ve toplam 1086 sayfadan oluşan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (DKAB) ders kitaplarında Alevilik Bektaşilik inancına ayrılan yer 16 sayfa ile sınırlı. Ayrıca, DKAB kitaplarında, ağırlıklı olarak Sünni İslam anlatılırken; tasavvufi yorumlar içinde Alevilik- Bektaşilik’e sadece 8 sayfa ayrılıyor.”

 

Bu güne kadar 20 milyon Alevinin yaşadığı Türkiye’de, zorunlu din derslerine karşı sınırlı sayıda itirazın yapılması ayrı bir soru ve sorundur. Gerçekten Aleviler İslamiyet’in anlatıldığı bu kitaplarda ve derslerde yer almak istiyor mu? Aleviler, Alevilik dışında kendilerine dayatılan bu farklı inanç biçimine karşı neden yeterli ve karşılığı olan kampanyalar yürütmüyor. Alevi anne-babalar neden çocuklarının göz göre göre asimile olmasına itiraz etmiyor, karşı çıkmıyor. Çocuklarımızın asimile olması demek uzun vadede Aleviliğin asimile olması yok olmasıdır. Bugün çok tehlikeli görünmeyen durum uzun vadede yok olmanın işaretidir. Biz alevi kadınlar kendi yaşamlarımıza ve değerlerimize ve çocuklarımıza sahip çıkmaz isek gelecekte bizden de geriye bir şey kalmayacak.

 

Geçmişteki uygulamalar da pek farklı olmamakla birlikte, bugün kendini İslamiyet eksenli muhafazakâr demokrat olarak tarif eden iktidarın fiili uygulamalarına baktığımızda kadınlar açısından hiç de hayırlı bir dönem geçirmediğimiz ortada. Kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz had safhada adeta bir kadın kırımı yaşanmaktadır. Kadını eve hapsetmeye çalışan, sürekli çocuk doğurun, ucuz işgücüne ve ölecek askere ihtiyacımız var diyen bir iktidar var karşımızda. Hükümetin politikalarından ve uygulamalarından toplumdaki tüm kadınlar gibi biz Alevi kadınlar da birebir etkilenmekteyiz. Kendimizi ne kadar izole etmek istesek de azade değiliz. Alevi kadınlar hükümetin eğitim politikaları ve eğitimin cinsiyetçi içeriğinden dolayı ve ayrıca güncel siyasetinin de etkisiyle İslami-muhafazakâr değerler doğrultusunda muhafazakârlaşmaktadır. Muhafazakâr yaşam değerleriyle yoğurulmuş aileler haline gelme durumunu yaşıyoruz. Benimki öyle değil desek de yaşantılarımız ve eylemlerimiz bu değerler üzerinden değerlendiriliyor hem de bizler tarafından.

 

Ataerkil değerlerle inşa edilmiş olan İslamiyet’in yarattığı toplumsal cinsiyet kalıplarına baktığımızda kadınların toplumdaki konumunun ikincil olduğunu görmemek mümkün değil. Tüm kadınlar bu ikincil ayrımcı yaklaşımlardan etkilenmektedir. Ancak alevi kadınlar ve erkeklerin her fırsatta övünerek söyledikleri biz de ayrımcılık yok söylemi de söz konusu olan değişimden (asimilasyondan )dolayı artık karşılığını yavaş yavaş yitirmektedir.
Dolayısıyla bir toplumun mevcut eğitimi o toplumun nereye doğru yol aldığının veya alacağının göstergesidir. Aleviler de mevcut eğitimle hem genel anlamıyla bir asimilasyonla yüz yüzedir hem de kadın boyutuyla baktığımızda Alevilikteki eşitlikçi, özgürlükçü yan yok olacağından dahası Alevilik yok olacağından alevi kadınlar da cinsiyetçi ayırımcı ötekileştirici değerlerin ve yaklaşımların içerisinde yok olacaktır. Geriye ne Alevilik ne de özgür alevi kadını kalmayacaktır. Kaybedeceğimiz şeyler çok, bu bilinçle itirazımızın daha yüksek ve değiştirici dönüştürücü olması şart. Bunu da öncelikli olarak kendimize dönerek kendi içimizde çözmemiz gerekiyor. Asimilasyona ancak ve ancak kendi içimizden başlayarak karşı durabiliriz.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir